İçinde bulunduğumuz distopik süreç hem gerçeğe hem geleceğe erişmemizi imkansızlaştırıyor.
Oysa nesnel verilerle hazırlık yapmamız gereken bir yakın gelecek var.
Ve o gelecek yalnızca iklim değişimi gibi ekolojik krizlere değil, nüfus dağılımında da önemli değişimlere gebe.
Pandemik fırtınada güya tüm kadirşinaslıklarıyla, yaşlıları korumak için evlere hapsedip kapının önüne çıkmalarını dahi engellemiş adeta açık hava ile temastan mahrum etmişlerdi.
Ölüm rakamlarına yansımayacak şekilde ölümden kaçırmak için yapılan bu zulüm zaten yaşlanmakta olan nüfusun uyardığımız üzere işlevsel kapasitelerinde önemli kayıplara ve bakım gerektiren zihinsel ve fiziksel durumlara düşmelerine yol açtı.
Yaş almak süreci bizim gibi ülkelerde uzatılmış bir ömürden çok uzatılmış bir ölüme benziyor.
Ne kültürel ne sistem olarak hiç hazır olmadığımız bir süreç bu.
Her ne kadar “beyaz” veya “mavi” yakalı orta yaş grubu olarak ayrı evlerde yaşasak da aslında bir önceki yüzyıldaki gibi aynı avlunun içinde üç kuşak yaşıyoruz.
Sistemsizlik bizi yakın akrabalarımız dışında kimsesiz bırakıyor çünkü.
Ve gümbür gümbür gelen ama hazırlanmayı bırakın hiç konuşulmayan bu yaşlanan nüfus meselesinin düğümü de zaten çılgınca çalışmakta olan orta yaşın boyunduruğu oluyor.
TÜİK’in pandemi öncesi ve bunca yoksullaşmadan önceki dönemdeki verilerine göre sırasıyla 50 yaş ve 65 yaş üzeri nüfusun %50 ve %60‘ında bir kişiyi “müzmin, kronik” hastalık sınıfında tanımlatacak en az bir bazen birden fazla eşlikçi hastalık var.
Solunum ve kalp hastalıkları dışında yaş ile paralel olarak DİYABET hastalığı, kanser ve nörolojik hastalıklar da hızla artıyor.
Yaş ile hastalıkları artan ve yaşlanan bir nüfus gerçeği ile karşı karşıyayız.
Koruyucu sağlık hizmetlerinin, bütüncül, çok disiplinli bakımın önemli olduğu nesnel bir gerçeklik bu.
Resmi TÜİK verisine göre Türkiye’de 65 yaş üzeri nüfus 2017 ile 2022 arasında %22.6 artarak tüm nüfusun %9.9’u oldu.
2030 yılında nüfusun %12 ve 2040 yılında %16’sını geçmesi bekleniliyor.
Bu yansımlar, hızla ve hızlı yaşlanan bir nüfus gerçekliğine dair.
Yetkili kuruluşlarca tanımlanan yaşlanmak evresi 65 yaştan itibaren başlıyor.
Yaşlanmak ,biyolojik olarak zamanla biriken moleküler ve hücresel hasara bağlı olarak “inflamatuvar;iltihabi ” bir süreç.
İngilizce dilinde “inflamaging” olarak tanımlanılıyor.
Bir yandan aslında bağışıklık sistemi de yeni bir düzenleme ile şekilleniyor.
Bağışıklık sistemindeki bu değişim “immünosenesens” (immunosenescence) veya immunyaşlanma olarak tanımlanılıyor.
Bu bakımdan da yaşlılık “infeksiyöz” bir süreç olarak kabul edilmektedir. İnfeksiyonlara duyarlılığın arttığı, infeksiyonların ölümcül seyredebileceği bir duyarlılık evresidir.
Aynı zamanda “geriatrik sendromlar” diye tanımlanan karmaşık ve birden fazla sağlık sorununun da bir arada olması demektir.
Görme, işitmede azalma, düşmeye eğilim ve kırıklar, hastaneye yatış ve/veya infeksiyonların tetiklediği deliryum gibi durumlar ile işlevsellik ve sosyalleşme ile ilişkili engeller ortaya çıkabilmektedir.
Nüfusun yaşlanma hızının geçmişe göre çok hızlanacağına ilişkin veriler açık ve çarpıcı.
Mesela, 2020 yılında 60 yaş ve üzeri kişilerin sayısı 5 yaş altı çocukların sayısını geçti ve 2050 yılında 60 yaş üzeri nüfus ikiye katlanarak her dört kişiden biri 60 yaş üzeri olacak.
Yaşlanan nüfus zihinsel, psikolojik, kültürel ve sistemsel olarak hazırlanılması gereken gerçekliğimiz.
Sistemsel hazırlıklar arasında , çevresel düzenlemeler, yaşlı dostu şehirler, sosyalleşme alanları, evde bakım ve haraketli sağlık sistemleri gibi belediyelere düşen önemli görevler de var.
Yerel seçimlerde belediye başkanlıklarına talip adayların bu konudaki farkındalık ve hazırlıkları benim gözümden kaçmış olabilir.
Sizler bunu talep edin.
Sokaklarında yavaş hareket edenlerin de rahatlıkla yürüyebileceği, parklarında nefes alıp sosyalleşebileceği şehirler talep edin.
Çocukların neşesi, gençlerin coşkusu, yaşlıların bilgeliğinden mahrum bırakılan bizim gibi toplumlarda kahır ve keder dolu günleri yazgı zannediyoruz sonra.